"Marfa İgnatyevna'nın söylediğine göre kocası, çocuğu mezara bırakalı beri kendini daha çok "dine vermiş", çoğu zaman kendi kendine, sessizce, her seferinde gümüş çerçeveli iri, yuvarlak gözlüğünü takarak Çetyi Minei* okumaya başlamıştı. Yüksek sesle ender olarak, ancak Büyük Perhiz ayında okurdu. Eyübün Kitabını severdi; bir yerden kutsal Peder Suriyeli İsak'ın hikmetleriyle vaazlarını bulmuştu. Bunları yıllardır, ısrarla, herhalde hiçbir şey anlamadan okuyor ve belki de bu yüzden kitabı büsbütün seviyor, değer veriyordu" (Dostoyevski, Karamazov Kardeşler, İstanbul, 2007, s. 120. Son cümledeki vurgu bana aittir. SK).
Bizim neslin ömrünün önemli bir bölümünde Kur'an'ın anlaşılmasına ilişkin çabalar, çalışmalar ağırlık kazanır.
Benim doğduğum çevrede Kur'an duvarda bir bez kılıf içinde asılı durur, ancak çok özel zamanlarda, itinayla çıkarılır ve okumayı bilenlerce okunurdu. Okumayı bilenler de çok az sayıdaydı. Okumasını bilen olmasa bile, evlerin hemen hepsinde kılıfı içinde bir Kur'an-ı Kerim bulunurdu. Kitaba karşı azami hürmet gösterilir, saygıda asla kusur edilmezdi. Ne manası merak edilir, ne de Türkçesi bulunurdu evlerde. Bir eksiklik de hissedilmezdi. Kitabın orada asılı durmasının manevi bir anlamı vardı. Kitabın evde bulunması bir boşluğu dolduruyor, sanki ayrı bir güç veriyordu insanlara.
Sonra şehre geldik, yeni insanlar tanıdık, kitaplar okuduk, ardından Kitab'ın "sadece ölülere okunmak için değil" anlaşılmak için indirildiği, esas olanın anlaşılması olduğu, Kur'an'ın okunmasına dair emir ve tavsiyelerin onu anlayan insanlar için geçerli olduğu anlayışı yaygınlaşmaya başladı.
Bunun üzerine pek çok insan Kitabı okudu, anlamaya çalıştı. Kimi kitapta bulduklarından mutlu oldu, "işte din bu" dedi, başkalarına da bunu tavsiye etti.
Kimi de hayal kırıklığına uğradı. Zihninde tasavvur ettiği şey ile bulduğu şey arasında farklar vardı. Bu durum onları mutlu etmedi. Okuduğu şeyler insan hayatına, günlük meselelere, savaşlara, ganimetlere, kadınlara, esirlere, borçlara, Yahudilere, Hristiyanlara ve daha pek çok şeye dair bilgiler, hükümler, emirler ve yasaklar içeriyordu. Zihnindeki kitap ise tamamıyla kutsallıklardan ve manevi şeylerden bahsediyordu. Bu "kutsallığı" tam tarif edemese de zihninde hep iyilikten, güzellikten bahseden, dünyevi işlerle ilgisi olmayan bir kitap vardı. Büyü bozulmuştu.
Bir ilahiyat hocasından dinlemiştim: Kadının biri kitap fuarında dini yayınlar satan bir standa gelmiş ve sanırım annesi için bir Kur'an istemiş. Orada bulunan hoca, muhtemelen okuduğunu da anlasın diye kadına, içinde Türkçe meali de olan bir Kur'an-ı Kerim vermek istemiş. Kadın kabul etmemiş. "Annem Türkçesini okumuş, içinde bulduklarından mutsuz olmuş, o nedenle sadece Arapçası olan (onu da Türkçe harflerle) bir kitap istiyor" demiş.
Oldukça ilginç geldi bana.
Kalbim her zaman anlamaktan yana, Kur'an'ı anlayarak okumanın ne kadar önemli olduğunu anlatmaya çalıştım daima, ancak anladım ki kutsal kitaplar her zaman anlaşılmak için okunmuyor. Bizim neslin anlamakta zorlandığı hususlardan biri bu bence.
İnsanlar manasını anlamasalar bile kutsal metinleri okuyarak manevi ihtiyaçlarını karşılıyorlar. Okumuşların anlamadığı şey bu.
Anlaşılan o ki bu durum sadece bize mahsus bir şey de değil. Karamazov Kardeşler'deki karakterde de sanki benzer bir duruma şahit oluyoruz. Anlamını bilmeden dini kitapları okuyor ve muhtemelen de anlamını bilmediği için onları seviyor. Muhtemelen anlamını öğrendiğinde okuduğu şeyler sıradanlaşacak. Zihninde oluşturduğu o manevi güzellik, o devasa yapı birden yıkılıverecek.
Duvarda kılıf içindeki mushaf hiç de anlamsız değil.
_______
* Çetyi Minei Azizlerin hayatını anlatan bir kitap.
sizin bu yazınızla, insanların iç dünyasındaki kutsallığı ve maneviyatı; daha doğrusu ruhunun ihtiyacı olan besini alması ve hayâl gibi geçen yaşamı hayalindeki gibi yaşaması açısından doğru bir tesbit olarak gördüm ve bakış açıma yeni bir pencere daha ekledim. kaleminize sağlık..
YanıtlaSil