03 Nisan, 2023

Üç Tarz-ı Tefhim: Kur’an’ı Anlamada Üç Yöntem (2)

1960’ların başından itibaren yoğunlaşan tercüme faaliyetlerinin etkisi, giderek çeşitlenen İslami hareketler, İslami camianın ‘milliyetçi-muhafazakar tanımından ayrışarak İslamcı renginin öne çıkmaya başlaması ve 60’ların sonunda siyasal alanda da örgütlenerek boy göstermesi oldukça yeni, canlı ve renkli bir atmosferin oluşmasına yol açtı. 

Bu tartışmaların yoğunlaşmasıyla, düşünsel alanda giderek billurlaşma, farklılaşma, geleneksel dini söyleme karşı cılız da olsa bazı itirazlar ve sorgulamalar ortaya çıkmaya başladı. 


1970’lerin ortalarına gelindiğinde giderek Kur’an’ı merkeze alan ve geleneksel dini söyleme karşı sorgulayıcı tavırlarıyla öne çıkan bir eğilim de belirmeye başladı. Bu sürecin ayrıntıları üzerinde ayrıca durmak gerekiyor. Onu bir başka yazıya bırakarak, Kur’an’ı merkeze alan bu eğilim ve ardından gelişen Kur’an’ı anlama çabalarında izlenen yöntemler üzerinde duralım.  


70-80’lerdeki söz konusu Kur’an’ı anlama çabaları aslında özü itibariyle “modern” bir şeydir. Ortaya çıkışı oldukça tabii bir seyir izlemiş, başka alanlardaki hayal kırıklıklarının ve belli arayışların sonucunda, başlangıçta tefsir okuma şeklinde başlayan bu eğilim bir süre sonra sadece Kur’an ve meal okumaya indirgenen bir çalışmaya dönüşmüştür. 


İlk başlarda Kur’an yeterliydi. Çünkü aranan sorular belliydi. Geleneksel olanla arasındaki farklar çok barizdi ve ilk okumada görülebiliyordu. Daha doğrusu okudukça sorular çoğalıyor, gündelik hayatta İslam olarak bilinen şeylerle farklar giderek açılıyordu sanki. 


Giderek billurlaşan Kur’an okumaları sonucunda, Kur’an’ın nasıl anlaşılabileceği, anlaşılıp anlaşılamayacağı konularında farklı yol ve yöntemler, farklı tartışmalar ortaya çıkmaya başladı. 


Bu yazıda özellikle Kur’an’ın nasıl anlaşılabileceği konusunda daha sonraki dönemde ortaya çıkan yöntem farklılıklarını ele almak istiyorum. 


Ayrıntıları bir yana bırakacak olursak Kur’an’ı nasıl anlayabiliriz? sorusuna verilen cevaplardan hareketle üç ana yöntem belirginleşti, giderek ayrıştı.  


  1. 1. Kur’an kendi kendine yeterlidir, başka bir şeye ihtiyaç yoktur anlayışı 


Bu anlayışa göre Kur’an açık ve anlaşılır bir kitaptır. Anlaşılması için kolaylaştırılmıştır. Dolayısıyla anlaşılmaz, anlaşılması zor veya kapalı bir kitap değildir.  


Kur’an’ı anlamak için başka bir şeye ihtiyaç yoktur. Kur’an kendi kendini açıklamaktadır.  


Kur’an apaçık Arapça bir kitaptır. Zira Kur’an kendisini böyle tarif etmektedir. Dolayısıyla Kur’an’ı anlamak için Arapça bilmek yeterlidir. Kur’an baştan sona insicamlı ve bütünlük arz eden, bir anlamda ilahi irade tarafından ilmek ilmek örülmüş, kendi kendisini izah etmesi için de kitabın bütününe bir anlamda şifreleri dağıtılmıştır. Yapılması gereken şey kitabı bu bütünsellik içinde okumak, bir yerde kapalı gibi görünen bir hususun bir başka yerde açıklanmış olduğunu fark edebilmektir. Kelimeler, ayetler, meseller, kıssalar yakından incelendiğinde birbirlerini açıkladıkları fark edilecektir. Kur'an'daki kelimelerin kullanımı asla tesadüfi değildir. 


Dolayısıyla Kur’an’ı anlamak için Kur’an dışında herhangi bir kaynağa ve bilgiye ihtiyaç yoktur. Bunun için dil bilgisine, yani Arapçaya hâkim olmak yeterlidir. Dille ilgili olduğu için İslam öncesi Arap şiirine de müracaat edilebilir. 


Kur’an’ı anlamak için nüzul sebeplerini bilmek bile gerekmez. Zira bu bilgiler gerekli olsaydı, o sebepler de Kur’an’da ayrıca belirtilirdi. Belirtilmediğine göre, demek ki o tür bilgilere ihtiyaç yoktur. Hatta nüzul sebeplerinin belirtilmemesi belki de bir hikmete dayalıdır. Zira Kur’an’da isim, olay, zaman ve yer verilmeden genel hatlarıyla anlatılan bir konu, sebebi nüzul ile açıklandığında, münhasır bir olaya aitmiş gibi anlaşılabilir. Bu da Kur’ani hükümleri sınırlar. 


Daha önceki nesiller, Kur’an’ı anlamak için Kur’an dışındaki kaynaklara müracaat etmiş, dolayısıyla Kur’an’dan uzaklaşılmış, dine ait olmayan pek çok şey dinin içine sokulmuş, hurafeler artmış, bambaşka bir din ortaya çıkmıştır. İşte bu nedenle Kur’an’ı anlamak için başka kaynaklara müracaat edilmesi halinde, benzer bir duruma düşülme tehlikesi vardır. 


Ana hatlarıyla özetlemeye çalıştığımız bu anlayışa karşı doğal olarak pek çok eleştiri yapılmıştır. 


Kur’an’ın Kur’an’ı açıkladığı yerler, ayetler, kelimeler, kıssalar elbette vardır. Bir yerde açıklanmadan geçilen bir konu bir başka yerde açıklanabilir. 


Mesela Bakara/3o. Ayet şöyledir: 


Hatırla ki, Rabbin meleklere “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” demişti. 


Bu ayette geçen halifenin ne olduğu konusunda çokça tartışma yaşanmıştır. Kur’an dışındaki kaynaklarda buradaki halifenin Allah’ın halifesi olduğu yorumu yapılmıştır.


Bununla birlikte bir başka ayette şöyle denilmektedir: 


“Onlar mı hayırlı, yoksa … sizi yeryüzünün halifeleri yapan mı? (Neml/62). 


Görüldüğü üzere, bu ayette açıkça insanların yeryüzünün halifeleri olduğu belirtilmektedir.  


Dolayısıyla kelimelerin ve ibarelerin Kur’an’daki kullanımlarını takip etmek gereklidir. Bu bize pek çok şeyi açıklar. 


Ayrıntıları bir yana bırakacak olursak, bu anlayışa göre Arapça dil bilgisi dışında başka bir bilgiye ihtiyaç yoktur. Oysa dile ait bilgiler, sözlükler vs. tek başına mutlak hakikat olarak görülemez. Zira, sözlükler ve dile dair bilgiler de zamanla gelişmiş, insanlarca derlenmiş bilgilerden oluşmaktadır. Sözlükleri tarafsız, nötr, mutlak hakikat gibi göremeyiz. Bunlar da nihayet insan ürünüdür ve her zaman eleştiriye açıktır. 


Bu bakış açısı tabii ki Kur’an’ın anlaşılması açısından en temel yöntemlerden biridir. Bir yöntemdir ve bu yöntemle Kur’an’ı okuyanlar İslam’a ve Kur’an’a dair pek çok şeyi, İslam’ın ana hakikatlerini, ilkelerini, çok sistematik olmasa da gündelik dini hayatları için gerekli olan bilgileri, tasvip edilen veya edilmeyen davranış kalıplarını anlayacak ve öğrenecektir.  


İslam’ın tanrı inancı, ahiret düşüncesi, hesap kavramı, cennet ve cehenneme dair pek çok hususu öğrenecek ve anlayacaktır. Bunlara şüphe yok. 


Bununla birlikte, Kur’an dışındaki kaynaklara, rivayet malzemesine, hadislere, sîret ve esbabı nüzul bilgilerine ve tefsire vs. bakılmadığı takdirde, vahiy ortamına, vahiylerin iniş sürecine, olayların nasıl geliştiğine, tarihsel bir perspektife, kronolojik bilgilere erişilemeyecek, bu bilgilerin tek başına Kur’an’dan çıkarılması da pek mümkün olamayacak veya zorlama ile mümkün olabilecektir.  


Bu anlayış sahipleri tarihsellik tartışmasına da uzak durmaktadırlar. Zira onlara göre Kur’an ayetleri evrensel niteliklidir, tarihsel olaylardan bağımsızdır. 


70’lerin ikinci yarısında ortaya çıkan, daha sonraları 80’lerin ortalarında yayımlanmaya başlayan Kalem dergisiyle devam eden ve kamuoyunda genel olarak “mealci” olarak bilinen grup ilk başlarda yukarıda çerçevesi çizilmeye çalışılan anlayışa sahip olmakla birlikte, zaman içerisinde bu çerçevenin dışına taşarak, Kur’an’ı anlamak için rivayet malzemesi başta olmak üzere, tüm İslami literatüre ve hatta sosyal bilimlerin birikimine müracaat etmek şeklinde bir yol tutmuştur. Bugün de büyük ölçüde bu şekilde devam edilmektedir. 


Bununla birlikte, yukarıda çizilen çerçeveyi günümüzde katı biçimde sürdürmeye çalışan hocalar, gruplar ve eğilimler de mevcuttur.  

 

  1. 2. Kur’an’ı anlamak için tüm İslami literatüre müracaat edilmesi gerektiğini düşünenler 


Bunlar Kur’an’ı anlamak için, Kur’an’ı merkeze almakla birlikte, Kur’an dışındaki tüm İslami malzemeye de müracaat edilmesi gerektiğini düşünen, bu literatürü okuyan ve bunlara atıfta bulunan kişilerdir.  


Bu anlayışa göre Kur’an tek başına yeterli olamaz. Sadece Kur’an okunarak Kur’an’ın bütününü anlamak, onu tarihsel bir perspektif içerisinde okumak mümkün değildir. Kur’an’ı anlamak için sağlam bir siret bilgisine, iyi bir kronoloji bilgisine, hadis külliyatının eleştirel bir gözle okunmasına, tefsir malzemesine mutlaka müracaat gereklidir. Aksi takdirde bu eksik bir okuma olur. Kur’an’ı kendi bağlamı ve tarihsel perspektifi içinde anlamak için diğer tüm İslami kaynaklara müracaat edilmelidir. 

 

3. Kur’an’ı anlamak için sadece Kur’an ve hatta sadece İslami literatürü okumak yetmez, diğer tüm sosyal bilimlerin verilerine de müracaat etmek gerekir diye düşünenler 


Giderek ağırlık kazanmaya başlayan bu anlayışa göre, Kur’an’ın anlaşılması için sadece Kur’an’ı okumak yetmez, hatta sadece İslami literatürü okumak da kafi değildir. Kur’an insanlığın birikiminin bir parçasıdır. Dolayısıyla tüm insanlık birikiminin içinde, o perspektif içinde okunmalıdır. Aksi halde bu eksik bir okuma ve anlama olacaktır.  


Kendi okumalarım çerçevesinde ben de en doğru yöntemin bu olduğuna inanıyorum. Kur’an’ı sadece İslami literatürü okumakla tam olarak anlayabilmemiz mümkün değildir.  


Kur’an, tarihin bir noktasında bir anda ortaya çıkmış bir şey değildir. Onun uzun bir öncesi vardır, hem kendinden önce gelen kutsal kitaplar, hem insanlık tarihinin içindeki yeri açısından ele alınması, derin bir tarihsel perspektif içinde okunması, bunun yanında tarih, antropoloji, sosyoloji vb. başta olmak üzere, insanlığın bilimsel birikimi çerçevesinde anlaşılmaya çalışılması gerekir.  


Tek başına bu da yetmez, Kur’an’ın iniş ortamı ve yaşanan olaylara dair bilgilerin yanında, vahiy sürecinin tamamlanmasından sonra yaşanan olayların, düşünsel akımların, gelişen İslami ilimlerin ve Müslüman toplumların pratik tecrübelerinin Kur’an’ı anlayışımızda ne gibi değişimlere yol açtığı da ele alınması gerekir. 


Hasılı Kur’an ne tek başına Kur’an’ı okumakla ne de sadece İslami literatürü okumakla anlaşılabilecek bir şey değildir.  


Kur’an insanlığın en önemli hazinelerinden birisidir, ancak insanlığın birikimi içinde tam olarak anlaşılabilir. 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder