Bugün Türkçe dinî metinler, yazım
kuralları açısından tam bir karmaşa içindedir.
Bu metinler yaygın, kabul edilmiş ve yerleşmiş diyebileceğimiz Türkçe yazım kurallarından önemli ölçüde farklılık arz ettiği gibi, kendi aralarında da insicam ve tutarlılıktan yoksundur. Aynı yayınevi tarafından basılan eserler arasında bir yeknesaklık olmadığı gibi, aynı yazarın farklı kitapları arasında hatta aynı kitabı içinde bile kelimelerin yazımında bir standardın olmadığı gözlenmektedir. Konuyla ilgili birkaç örnek yeterli olacaktır:
Kitabımız Kur’an mı
yoksa Kur’ân mı? Veya Kur’an-ı Kerim mi
yoksa Kur’ân-ı Kerîm mi?
Dinimiz İslam mı, İslâm mı? İslami mi,
yoksa İslâmî mi yazmalıyız?
Din mi, dîn mi? Dini mi, dinî mi,
yoksa her iki heceyi de şapkayla dînî şeklinde mi yazmalıyız?
Sure mi yoksa sûre mi?
Ayet mi, âyet mi?
Mümin mi yoksa mü’min mi?
Tarihi mi, tarihî mi? Yoksa târîhî mi?
İbn Esir mi?
İbn Esîr mi? İbn Eŝîr mi?
Haydi Esir kelimesini
bir şekilde halletmiş olsak bile İbn kelimesini nasıl
yazacağız?
İbn Esir mi? İbni Esir mi? İbn’ül Esir
mi? İbn el-Esir mi?
Abdülmuttalip mi? Abdülmuttalib mi? Abd
el-Muttalib mi? Yoksa ʿAbd el-Muṭṭalib mi?
En yakın dostları Ebu Bekir mi? Ebû
Bekr mi?
Ömer b. Hattap mı? Ömer b. Hattâb mı? ʿUmer b. Ḫaṭṭâb mı?
Ya da Ömer b. el-Hattâb mı?
Osman mı? Osmân mı? Yoksa ʿUŝmân mı?
Ali mi? Alî mi? Yoksa ʿAlî mi?
Meşhur sahabe İbn ez-Zübeyr mi? İbn
el-Zübeyr mi? Ya da sadece İbn Zübeyr mi?
Hz. Peygamberin arkadaşları
için sahabe mi diyeceğiz, sahâbe mi? Ya
da ṡaḥâbe mi? Yoksa sahabî mi demeliyiz? Ya
da sahâbî mi? Hatta ṡaḥâbî mi?
Hz. Peygamberin zevcesi Hz. Aişe mi? Âişe mi? ʿÂʾişe mi?
Yoksa sadece Ayşe mi yazmalı?
Hz. Peygamberin ilk zevcesi
Hz. Hatice mi? Hadîce mi? Yoksa Ḫadîce mi
yazmalı?
Peygamberin şehrini nasıl
yazacağız? Medine mi? Medîne mi?
Surelerin Medeni, Mekki olduğunu
mu söyleyeceğiz? Yoksa Medenî, Mekkî mi diyeceğiz?
Bedir Savaşı mı? Bedr Savaşı mı?
Ensar mı? Ensâr mı? Yoksa Enṡâr mı?
Örnekleri çoğaltabiliriz. Görüldüğü üzere ortada tam anlamıyla bir karmaşa var. Ben yukarıda çok karşılaşılan yazım şekillerini vermeye çalıştım. Oysa bu kelimeleri benim yazdıklarımdan da farklı şekillerde yazanlar var. Ancak bu kadarı bile nasıl bir meseleyle karşı karşıya olduğumuzu ortaya koymaktadır.
Eğer bir din dili oluşturmak istiyorsak, adamakıllı bir dini literatür meydana getireceksek bu karmaşaya bir son vermemiz gerekiyor.
Hiç kuşku yok ki yazarlar özgürdür. Yazar kelimeleri istediği şekilde yazacaktır. Bu konuda çalışma yapan kurum ve kuruluşlar (Türk Dil Kurumu, dil dernekleri vb.) ancak tavsiye niteliğinde önerilerde bulunurlar. Zorlayıcı bir tutum takınamazlar.
Bununla birlikte bu konuya yoğunlaşarak hep birlikte makul bir çözüme ulaşabiliriz ve bu keşmekeşe bir son verebiliriz diye düşünüyorum.
Türkçede yaygın olarak kullanılan Arapça ve Farsça kökenli kelimelerin Türkçe yazımında önümüzde iki temel seçenek vardır: Ya bu kelimeleri Arapça veya Farsçadaki şekliyle yazmaya ve kelimenin o dillerdeki telaffuzunu Türkçeye aynen yansıtmaya çalışmamız gerekir. Ya da kelimenin Türkçede yaygın kullanımını esas almamız gerekir. Bir anlamda kelimenin artık Türkçeleştiğini kabul etmeliyiz. Kelimenin Türkçe telaffuzunu ve Türkçedeki yaygın yazım şeklini, daha doğrusu artık iyice yerleşmiş olan yazım şeklini esas almalıyız.
Birinci seçenek, yani Arapça ve Farsça kelimeleri, o dillerde nasıl telaffuz ediliyorlarsa (veya yazılıyorlarsa) Türkçeye aynen yansıtmaya çalışmak oldukça zorlu bir yol olacaktır. Kanaatimce uygulanması da mümkün değildir. Bu suyu tersine akıtmaya benzer. Bunu yapabilmek için çok sayıda şapka işareti (^) kullanılması gerekir. Bu da yetmez, bu kelimeleri Türkçede tam olarak ifade edebilmek için transkripsiyon ihtiyacı ortaya çıkacaktır. Çünkü Türkçe alfabedeki harfler bu sesleri tam olarak ifade etmeye yeterli olmaz.
Bilindiği üzere Arapçada bulunan bazı sesli harfler Türkçede mevcut değildir. Mesela Arapçada birbirine yakın üç tane “s” harfı (sin, sad ve peltek se), üç tane ‘z’ harfi (zel, ze, zı), iki tane ‘d’ harfi (dal, dad), iki tane t’ harfi (te, tı) mevcuttur. Mevcut alfabe ile yetinmemiz halinde bu harfleri üç veya iki ayrı harf yerine tek bir sesli harfle ifade etmek zorunda kalıyoruz. Dolayısıyla bu sesleri tam olarak ifade etmek için ilave işaretlere/harflere ihtiyacımız olacaktır.
İkinci yol, köken itibariyle Arapça veya Farsçadan gelmekle birlikte, Türkçede yaygın şekilde kullanılan ve artık Türkçeleşmiş olan kelimeleri, Türkçede artık kabul edilmiş ve yaygın hale gelmiş olan şekliyle yazmaktır. Bence bu yol bana daha makul geliyor.
Dil dinamik bir yapıdır. Yıllar
itibariyle eğilimin ne yönde olduğuna bakıldığında da birinci yöntemin pek bir
şansının kalmadığı görülecektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder