01 Ocak, 2020

Hüzün ve Coşku

1 Ocak 2020 İstanbul

Yazacak ne çok şey var. 

Bu aslında bir hüznün hikayesi. Acının, yenilginin. Dert ve ızdırabın. 
Nerden başlamalı bilmiyorum.
Anlayan birisi çıkar mı Allah bilir. Bir işe yarar mı ondan da kuşkuluyum. Yıllar sonra belki biri okur ve kendi hayatıyla bir paralellik kurar. İşte bu benim hikayem, bizim hikayemiz diyebilir. Bilmiyorum.

Bir anlamda bu bir coşkunun da hikayesi. Müthiş hazların, sevinçlerin, mutlulukların. 


Türküler gibi. Türkülerimiz gibi. Hem acı var, hem sevinç. Hem hüzün var hem de mutluluk. 

Zaman hızla akıp gidiyor.  

Gönül Yarası filminin son sahnelerinden birinde baba ile kızı arasındaki diyalogda olduğu gibi bir his içindeyim. 

"Hepimiz hayallerimizin kurbanıyız. Bütün bunları niye yaptım bilmiyorum. İşin tuhafı dünyaya yeniden gelsem muhtemelen aynı şeyleri yaparım."

Evet hepimiz hayallerimizin kurbanıyız.
Bir kuru hayal peşinde koşup duruyoruz.

Neşet Ertaş'ın en güzel türkülerinden birisi: Bunca Yıldır. Bu türküdeki performansı da muhteşemdir. Ama sözleri aynen Gönül Yarası'ndaki o sahneyi andırıyor.

Bunca yıldır daldan dala konarsın
Yuva yap bir dala kal gayrı gönlüm
Beyhude yerlere boşa yanarsın
Canının kıymetini bil gayrı gönlüm
Sen de eller gibi gül gayrı gönlüm

Gönülün sevdiği nazla geliyo'
Aşk oku bağrıma hızla geliyo'
Bunca dert yükledin fazla geliyo'
Derdine bir ortak bul gayrı gönlüm
Sen de eller gibi gül gayrı gönlüm

Garip gönlüm gayrı feryat ediyor
Gönül yarsız bu dünyayı n'idiyor
Umut hayal olmuş gençlik gidiyor
Yokuşa düşüyor yol gayrı gönlüm
Sen de eller gibi gül gayrı gönlüm


Beyhude yerlere boşa yanarsın. Geriye doğru bakınca insana öyle geliyor. Ne boş işlerle uğraşmışız, hangi boş işlere vakit ayırmışız. Nelerle dertlenmişiz... Şimdi geriye bakınca "hepsi boşmuş" duygusuna kapılıyor insan.

Yine Neşet Ertaş'ın güzel bir türküsü var: Yandı Bağrım. Bunun eski versiyonunu dinlemek lazım. Ne yazık ki daha sonraları bu türkü daha hızlı söylenir oldu. Oyun havasına dönüştürüldü. Ben onun yerine ilk halini çok seviyorum. Hatta Neşet Ertaş'ın türküleri daha ağır söylendiğinde daha güzel oluyor. Mesela Sen Benimsin Ben Seninim türküsü buna güzel bir örnek. Neşet bunu biraz hızlıca söyler. Ama İsmail (Altunsaray) türkünün temposunu biraz daha ağırlaştırdı. Daha da güzelleşti.

Yandı bağrım yandı aşkın elinden
Bir de sen yakıp da gönderme beni
Ben Mecnun olmuşum sevda çölünde
Yeniden Mecnun'a döndürme beni

İnsan olan insan sever insanı
Bizden evvel gelip gidenler hani
Aşkına düşürüp Mecnun misali
Bir kuru hayale yeldirme beni

Sevda çöllerinde ben Mecnun oldum
Şu Garip gönlümün yarisin bildim
Bir başka seversen işte ben öldüm
Ne olur ölmeden öldürme beni


Evet bir kuru hayale yeldirme beni diyor Neşet. 

Büyük hayallerimiz vardı. Evet çok şükür büyük hayallerimiz vardı. Merkeze kendimizi değil, dünyayı, insanlığı, ülkemizi, insanımızı koymuştuk. Hasılı kendimiz hariç her şeyi. Kendimizi düşünmek ayıptı. O hayaller bizi aldı ve bugünlere getirdi. O hayallere gönlümüzü sıkı sıkıya bağladığımız günlerde daha mutluyduk. Daha coşkuluyduk. Yoksulduk ama bunun bir önemi yoktu. 
Ama hiçbir şey olduğu gibi kalmıyor. Herşey değişiyor. Zaman içinde hayallerimiz de değişti. Bakışımız da. Coşkumuz da hüznümüz de. Daha mı mutluyuz? Emin değilim. 

Söz Neşet Ertaş'tan açılmışken onunla ilgili bir anekdotu anlatayım.

2012 yılı. O günlerde "halden anlayan banka" sloganını kullanıyoruz ve çeşitli alanlarda toplumun halinden anlamış olan, geniş kitlelerin gönlünde yer etmiş olan kişilere, sanatçılara vs. reklam filmlerimizde yer veriyoruz. 

Müzikte insanımızın halini en iyi anlayan sanatçıların başında Neşet Ertaş'ın geldiğine inanıyordum. Onun en meşhur türkülerinden birisi "Şu garip halimden bilen şiveli nazlım, gönlüm hep seni arıyor neredesin sen" sözleriyle başlayan türküsüydü. 

Dolayısıyla halden anlamak ile Neşet Ertaş arasında sıkı bir bağ vardı ve bu durum bizim konsepte çok uygun düşüyordu. Acaba Neşet Ertaş reklam filmimizde oynamayı kabul eder miydi?
Konuyu Bayram Bilge Tokel'e açtım. Olumlu karşıladı ve Usta ile görüşeceğini söyledi.

Bayram abi Neşet'in Türkiye'ye dönüşü için büyük emek harcamış bir kültür insanıdır. Ayrıca onun zamanında söylediği ve klasik hale gelmiş olan türkülerinin Kalan Müzik tarafından yayınlanması işinde de önemli katkıları olan bir insandı. Hatta Neşet Ertaş belgeselinin hazırlanmasında da onun katkıları önemli olmuştur.

Bayram abi Ustayı ikna edecekti. Ama Neşet'in ilk tepkisi olumlu olmadı. Sebebi de bir reklam filminde oynamak ona zor geliyordu. Zira yukarıda sözünü ettiğimiz Gönül Yarası filminde Şener Şen'le birlikte oldukları kısa bir sahnenin çekiminin ne kadar zor olduğunu görmüş ve yeni bir çekimi göze alamamıştı. 

Ardından ne yazık ki hastalığı ilerledi ve hastaneye yatmak durumunda kaldı. Ben vazgeçmemiştim. Bayram abiye ısrar ettim. Tekrar konuştu. Muhtemelen Kırşehir'den, Toklumen'den bahsetti. Bu sefer ikna oldu ve "iyileşir iyileşmez çekimlerin yapılmasını" kabullendi.

Ama hastalık peşini bırakmadı. Bayram abi ile durumu hakkında birkaç görüşme yaptık. Son gece de görüştük. Ümitsizdi.
Ertesi sabah veda etti. Bir Eylül günüydü. Eylül yani hüzün.

Televizyonda gördüğümde gözyaşlarımı tutamadım.
Hepimizin halinden anlayan insan veda etmişti. 
Bütün bir ülkeyi hüzne boğarak...



1 yorum:

  1. M.F.Özkan "Hüzün ve Coşku" kaydınıza yeni bir yorum yaptı:


    "Büyük hayallerimiz vardı... Kendimizi düşünmek ayıptı..."
    "Ama hiçbir şey olduğu gibi kalmıyor. Herşey değişiyor. Zaman içinde hayallerimiz de değişti. Bakışımız da. Coşkumuz da hüznümüz de. Daha mı mutluyuz? Emin değilim."

    Hakikaten bu süreç ayniyle bu şekilde cereyan etti ediyor. Benim kuşağım sizden bir veya iki sonraki kuşak. Bizde sizdeki gibi coşkun hayaller olmasa da yine kendimizi düşünmenin ayıp olduğu hayallerimiz oldu. Ama bizim geldiğimiz noktada da durum bu aslında.

    Bu hep böyle mi oldu geçmişte de bilmiyorum tabi.
    Şimdiki kuşaklarda kendilerini düşünmenin ayıp olduğu hayaller var mı acep. Nereden hangi kaynaktan besliyorlar acaba bu hayalleri? Onlar da zamanla geldikleri noktada kendilerini tükenmiş mi hissedecekler? Bilinebilir mi bu?

    Yeis bu mu yoksa? Buysa eğer nereden kalkmak gerekecek? Sonunda tükenmişlik hissetmeyeceğimiz ve içinde kendimiz olmadığı hayaller nasıl kurulur? Nerden nasıl besleriz bu hayalleri? Var mı tür hayallere talip? Varsa neredeler acep?

    Bir hayal kurma kılavuzu lazım gibi görünüyor :) Bu şekilde bir şeyler yazsanız keşke...

    Yazı çok güzel olmuş. Yorum yapmadan geçemedim. Çok teşekkürler...
    M.F.Özkan


    M.F.Özkan tarafından Süleyman Kalkan (Blog) bloguna 9.01.2020 15:15 tarihinde gönderildi

    YanıtlaSil