27 Kasım, 2016

İslamiyet ve Kapitalizm



İSLAMİYET VE KAPİTALİZM 
Maxime RODINSON, Türkçesi: Orhan SUDA, Gün Yayınları, İstanbul,1969.

Kitap şu bakımdan ilginç: 1969’larda, İslam Ekonomisi ya da İslam ve Ekonomi bağlantısı konusunda yayınlanmış dikkate değer ölçüde eser sayısı yok denecek kadar az. O nedenle, o tarihler için böyle bir içerik, kapsam ve vukufiyet gerçekten ilginç. O tarihte İslami kesimde bu kitabı anlayabilecek kişi sayısı bile muhtemelen çok azdı. Kitap bugün için de İslam ve Kapitalizm ilişkisi açısından en önemli eserlerden biri olma özelliğini koruyor.


M. Rodinson Marksist bir yazar, ancak ‘benim marksizmim resmi (kurumsal) Marksizm değildir’ diyor (s.14). Cemil Meriç onun için ‘Çağdaş bir ilim adamı. Hem Marksizm’i tanıyor hem İslamiyet’i. Üstelik bağımsız, yani bir kilise adına konuşmuyor’ şeklinde değerlendirmede bulunuyor. (Kırk Ambar, s. 278).

İslamiyetle ilgili yegane çalışması bu değil. Başka çalışmaları da var. Örneğin, Mahomet (Türkçesi: Hazreti Muhammed, Gün Yayınları, çev. Atilla Tokatlı).

İslamiyet ve Kapitalizm kitabına gelecek olursak. Kitapta ne yazık ki ‘İçindekiler’ bölümüne yer verilmemiş. Kitabın sonunda oldukça kapsamlı ve ayrıntılı dipnotlara yer verilmiş ancak, V. Bölümün dipnotları 93 ilâ 157 arası Türkçe baskıda atlanmış. Önemli bir eksiklik. Ayrıca II. Bölüm 35 numaralı dipnot da atlanmış gibi görünüyor.

Geneli itibariyle kitabın tercümesinin başarılı olduğu söylenebilir. Bununla birlikte, dini terimlere hakimiyet açısından bazı sorunların olduğu görülüyor.(Örneğin ‘hadis’ yerine ‘gelenek’, Ebu Zer yerine Ebu Daar kelimelerinin kullanılması gibi). Özellikle Kur’an meallerinde, bugün (ve Kitabın yayınlandığı tarih için de) artık kullanılmayan bir dile yer verildiği görülüyor. (‘Allah’ yerine Çalap kelimesinin kullanılması gibi). Öte yandan kapitalist sistem veya düzen yerine ‘kapitalist kuruluş’ teriminin kullanılmış olması da dikkatlerden kaçmıyor.

M. Rodinson, nazari bir çalışma yaptığını ve ulaştığı sonuçların da yaygın tezlerle çatıştığını söylüyor. Kitabın bir başka yerinde de doğruyu ortaya koymaya çalıştığını, meseleyi ortaya koyarken dürüst ve namuslu davrandığını ifade ediyor. Ben yazarın bu ifadelerinde samimi olduğu kanaatindeyim.

Temel sorusu ya da cevap aradığı soru şu: Kapitalizm niçin İslam ülkelerinde değil de, modern dönemde Avrupa’da hakim olmuştur? Ayrıca Avrupa kapitalizmi İslam dünyasını neden bu kadar kolayca istila etmiştir?

Ona göre Kur’an bir ekonomi-politik kitabı değildir ve onda kapitalizme övgü veya yergi aramak boşunadır (s. 43). Kur’an özel mülkiyete karşı değildir. Miras açıkça kurala bağlanmıştır. Ücretli işçilik hiç itiraz edilemeyecek tabii bir kurumdur (s. 43). Kur’an ticari hayatı makul karşılar, sadece dünya nimetini unutmamak gerektiğini (28/77. ayet) değil, aynı zamanda maddi hayatla ibadetin bir arada yürütülebileceğini, hac sırasında ticaret yapılabileceğini söyler, hatta ticari karları ‘Tanrı’nın lütfu’ olarak niteler (2/193-194; 62/9-10. ayetler).

‘Bununla birlikte Kur’an ribayı yasaklamaktadır. Ribanın ne olduğunu ise kesinlikle bilmiyoruz. Bugünkü anlamında basit bir faiz olmasa gerek. Vadesinde ödenmeyen borcun, vadesinin uzatılması sırasında alınan fazlalık olmalıdır’ demektedir (s. 44).

Ribanın yasaklanmasıyla ilgili ayetler bazen Müslümanları, bazen Müslüman Türkleri (paiens), bazen de Yahudilerle Hristiyanları hedeflemektedir. (Eğer bir çeviri hatası yoksa, burada kabul edilmesi zor, hatta imkansız bir yargı var. O tarihte Müslüman Türk yok. Kaç yüz yıl sonra gelecek olan Müslüman Türkler neden hedeflenmiş olsun?).

Rodinson’a göre Sünnet de kapitalizm hakkında açıkça bir şey söylemiyor. Özel mülkiyeti tartışmıyor. Ücretli işçilik de tamamen normal bir şey olarak telakki edilmiştir (s. 45). Şans oyunu (meysir) yasaklanmıştır.

Ekonomik faaliyet, kazanç peşinde koşmak ve pazar için üretim yapmak hem Kur’an, hem de sünnet tarafından makul karşılanmaktadır. Hatta tüccara övgüler vardır.

Ona göre, Kur’an’daki sosyal buyruklar, (Hz.) Muhammed’in veya Mekke ve Medine toplumundaki bazı grupların veya sosyal tabakaların sosyal idealini temsil eder.  Bazı Kur’ani emirlerden mülkiyet hakkının kullanımının sınırlandırıldığı anlamı çıksa da, Kur’an mülkiyet hakkını hiçbir şekilde tartışmaz.

Kur’an açısından ekonomik adalet, aşırı kazanç şeklini yani ribayı yasaklamak, toplanan vergilerden ve bağışlardan bir kısmının yoksullara, konuklara, kölelerin satın alınmasına, belki de büyük felaketlere uğrayanların yardımına koşmaya hasretmekten ibarettir. (Hz.) Muhammed Mekke’deki ilk vaazlarında zenginliğe ve zenginlere karşı çıkıyor, insana gurur veren ve onu Tanrı’dan uzaklaştıran serveti kınıyor, ama (yakın bir geçmişte İran hükümdarı Kavad I tarafından komünizm benzeri bir uygulama yaşanmış olmasına rağmen) mülkiyetin kendisini tartışmıyor (s. 53).

Grimme’in sandığının aksine (Hz.) Muhammed bir sosyalist değildir (s. 54). Ortaçağ Müslüman toplumunun adalet ülküsü, Kur’an’daki ülküden oldukça geridir (s. 54).  Ebu Zer’in çıkışı ve bunun Orta Çağ anlayışına etkisi olmakla birlikte, ‘İslam’da komünizm yoktur’ diyen Ezher uleması haklıdır (s. 57).

M. Rodinson kapitalizm öncesinde kapitalistik bir dönem olduğu görüşündedir.  İslami dönemde kapitalistik ticaret gelişmiştir. Mekke kapitalistik ticaretin merkezidir. Mekkeliler sermayelerini ticaret yaparak, faizle ödünç vererek, Weber’in deyimiyle ‘rasyonel’ bir şekilde verimlendiriyorlardı.

Ona göre şeriat arz-talebe aykırı uygulamaları kınamaktadır. Mekke’de faizle ödünç verme, dolayısıyla mali sermaye gelişmişti. Kur’an Ribayı yasaklamıştır ama daha sonra alabildiğine uygulanmıştır. Ribanın yasaklanması pratikte pek etkili olmadı, çünkü din bilginleri teorik yasaklamaları ‘kitabına uydurmakta’ ustaydılar. Büyük bir İslamiyetçinin dediğine göre, tefeciliğin yasaklanması, para ticaretinin İslam dünyasında, önce Hristiyanların sonra da Yahudilerin tekeline geçmesine yol açmıştır.

Ne kadar dindar olurlarsa olsunlar, yöneticiler toplum hayatının gerekliliklerini göz önünde tutarlar. İslamiyet’te bile ideologlar yönetici değildirler.

Faizsiz ödünç uygulamasının tarihteki örnekleri çok azdır.

Yazar, Orta Çağ Müslüman ekonomisi ‘adil’ bir ekonomi olmuş mudur? sorusunu soruyor. Ona göre, buna en ateşli İslam savunucuları bile olumlu cevap veremiyor. O halde İslami ideal hiç mi uygulanmadı? 29 yıllık devre ideal dönem olarak gösteriliyor, ancak Şiiler bu süreyi 5 yıla indiriyor. Sünniler de Osman dönemi hakkındaki bazı negatif değerlendirmeler sonucunda bu süreyi Ebu Bekir ile Ömer dönemine (yani 12 yıla) indirebiliyor.

Devlet iktidarı mülk sahipleriyle zenginlerin elindedir. Devlet onları korumaktadır. Zenginlik normal olarak ahlaka ve dini değerlere karşı bir kayıtsızlık yaratmaktadır. İktidar taraftarlarının ve kendisinin zenginliğini artırmak için, gerektiğinde ahlak dışı, gerektiğinde şeriata aykırı usuller telkin eder. İnsanlık tarihinde görülen her şey burada vardır. Bu bakımdan İslamiyet hiçbir orijinallik göstermez (s. 112).

Bazı hayır işleri devlet tarafından yapılmıştır, ama kendi lükslerinden fedâkarlık etmemişlerdir. İstisnalar ise kaideyi bozmaz. Geleneksel İslam devletlerinin tamamında bir yanda sarayların zenginliği, öte yanda kitlelerin sefaleti karşı karşıyadır (s. 113).

Daha da önemlisi, başka türlü olması da mümkün değildir. Çünkü sosyal üretim fazlası yani,  toplumun üyelerini yaşatmak için gerekli miktardan fazla olan sosyal ürün payı hem toplumun hakim unsurlarının lüksünü, hem de yoksulların rahatını sağlayamayacak kadar azdı.

Ne olursa olsun, öğreti ile amel (pratik) arasında çatışma olduğu zaman genellikle pratik üstün geliyordu.

Avrupalılar kapitalizme geçti, ama İslam dünyası geçemedi. Sebep dinleri miydi, ideolojileri mi? Ama dikkat edilmesi gereken nokta: Sadece Müslümanlar değil, Avrupa dışındaki, Müslüman olmayan diğer toplumlar da kapitalizme geçemedi.

Weber’e göre Avrupai zihniyetin temel özelliği rasyonelliktir. Avrupa daha akılcıdır. Kapitalist gelişmeye düşman unsurların en az göründüğü yer Avrupa’dır. Bu unsurlar: Sihir, bazı maddi çıkarlar, ahlak veya din üzerine kurulu bir ideolojidir.

Protestan ahlakı, Avrupa’nın kapitalistleştiği döneme çok yakın bir zamanda ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla aralarındaki ilişki ispatlanmamıştır.

Rodinson’a göre Kur’an akla çok büyük yer veren bir kutsal kitaptır. Kur’an, Yahudi ve Hristiyan kutsal kitaplarından daha fazla akla yer vermektedir.

Kur’an’daki kader tezi, eyleme asla engel olmamaktadır. Peki kapitalizmin düşmanı olan sihir Kur’an’da var mıdır? (Hz.) Muhammed büyüyü/sihri inkar etmiyor, onu Allah’ın iradesine tabi kılıyor.

Ona göre Weber yanılmıştır. Yahudilik ve Hristiyanlık dışında büyüye açıkça düşman olan bir din yoktur demekle yanılmıştır. Çünkü İslamiyet’i unutmuştur.

Rodinson’a göre Kur’an kapitalizme karşı değildir. O halde Kur’an sonrası ideoloji mi böyle bir şeye yol açmıştır?

Eğer Weber, İslam dünyasının kapitalizme geçememesinin sebebi olarak mevcut ideolojinin rasyonalizme karşı olduğu düşüncesinde haklıysa, bunun sebebi İslam dini değil, bu ideolojinin temelindeki faktörlerdir; sebebi geçmiş ideolojilerde (Hristiyanlık dahil) aramak gerekmektedir.

Orta Çağ İslam kültürü akılcıdır ve bu çok belirgindir. Hiç değilse aynı dönemdeki Batı kültürü kadar belirgindir. Orta Çağ’da binlerce Müslüman aydının sarf ettikleri muazzam rasyonel çaba karşısında insan sadece saygı ve hayranlık duymaktadır.

Devlet sorunu daha karmaşıktır. Weber modern devir için ‘rasyonel’ bir Batı Devletinden söz eder. Yine Weber rasyonel bir devletin temel unsuru olarak rasyonel bir hukuka işaret etmektedir. Weber’e göre kapitalist gelişmenin en önemli düşmanı sihir düşüncesidir. Oysa İslamiyet’te sihrin, Orta Çağ Avrupa toplumuna göre daha ağır bastığını gösteren bir delil yoktur.

Her şeye rağmen bir tarihten sonra, Doğu dünyasındaki teknik Avrupa’daki teknikten daha geri olduysa, buna sebep İslam dini değildir. Çünkü önceki devirde Müslüman Doğu’nun Avrupa’dan üstün olduğu apaçık görünüyordu (s. 154). Çünkü İslam doktrininde teknik faaliyete karşı olabilecek bir şey yoktur.

Kar peşinde koşmaya ideolojik yönden gösterilen dirence gelince, Weber’in büyük önem verdiği bu direnç İslam ülkelerinde Hristiyan Batı’dakinden şüphesiz daha azdır.

Orta Çağ Hristiyan ilahiyatçılarına göre gerekli olandan daha fazla servet edinmek için uğraşmak günahtır.

Müslüman ilahiyatçılara göre ise serveti iyi ve yerinde kullanmak, akıllıca sarf etmek ve cömertçe dağıtmak gerekir. Bu tutum iktisadi yayılmayı Hristiyan ilahiyatçıların tutumundan daha fazla kolaylaştırmıştır.

C. H. Becker’e göre ise, İslamiyet’in bu merhametli yanı sadakanın bir hak haline gelmesine, dilenciliğin haklı gösterilmesine ve insanların üretici faaliyetten uzaklaşmasına yol açmıştır.

Müslüman teşebbüs zihniyetinin bulunmadığı ileri sürülmüştür, ancak İslam müntesiplerini daima eyleme teşvik etmiştir.

İslam’daki kadercilik konusunda Avrupalıların verdikleri örnekler, genelde İslam dünyasının az gelişmiş ülkelerine aittir. Müslüman köylüler kaderciydi. Bu da çok doğaldır.

Orta Çağ’da ilerleme fikri pek yaygın değildir. Geçmiş devrin daha üstün olduğu düşüncesi hakimdir, ama bu düşünce Avrupalılarda da vardı. Dolayısıyla onların kapitalizme geçişlerine engel olmamıştır.
Demek ki, İslam dünyasının kapitalizme geçişini engelleyen İslam dini değildir. İslamiyet insanlara, medeniyete ve Devlete ne özgün bir ekonomik yolu emretmiş ne de zorla kabul ettirmiştir (s. 163).

Yazar son bölümde şu soruları soruyor: Müslüman ülkelerde kapitalizmin gelişmesinin sebebi içeriden midir dışarıdan mıdır? Bu geçiş bir dış etki ile mi yoksa kendiliğinden mi olmuştur? İslam dini kapitalizmin gelişmesini engellemiş midir? Kolaylaştırmış mıdır? Çağdaş kapitalizm İslam ülkelerinde kendine özgü bir yol izlemiş midir?

Birinci sorunun cevabı ‘dışarıdan’dır. İkinci sorunun cevabı: İslam kapitalist üretim tarzına hiçbir zaman itiraz etmemiştir. Zaman zaman bazı yasaklamalar sözkonusu olmuştur. Alkollü içeceklerin imali, kadın işçi çalıştırılması vs.

Bid’at tartışması yapılmış ama burada da bid’atı hasene (güzel bid’atler) ve bid’ati seyyie (kötü bid’atler) ayırımı yapılmıştır.

Törelerde yapılan değişiklikler kendi devirlerinde reddedilmiş ama, bir sonraki dönemin alimleri bir önceki dönemde reddedilen uygulamalara cevaz vermişlerdir. Mesela kahve ve tütün içmek gibi...

Vahhabilik, yeniliklere karşı çıkan önemli bir hareket olarak ortaya çıkmıştır.

Faizle ödünç vermenin ve şans oyunlarının yasaklanmasının kapitalist yönde gelişmeyi olumsuz yönde etkilediği söylenmiştir. Evet bu bir rol oynamıştır, ama iddia edildiği kadar değil.

Çin ve Japonya’da böyle bir yasaklama olmamasına rağmen, oralarda da Batı’daki gibi bir kapitalist gelişme olmamıştır.

Ona göre İslamiyet ile kapitalizm arasında temel bir zıtlık olduğu görüşü bir efsaneden ibarettir.

Son olarak Rodinson’ın Orta Doğulu müteşebbislerle ilgili şu tespitini aktarmak istiyorum: Bunlar kısa sürede kolay kazanç sağlamayı arzu ediyorlar. Büyük ve uzun vadeli yatırımlardan çekiniyorlar. Birçok işi bir arada yürütmek istiyorlar, münferit işletmeler kurmak eğilimi gösteriyorlar. Her işi kendileri görmek istiyorlar. Teknik tavsiyelerin ve araştırmalar için yatırım yapmanın zaruretini anlamıyorlar. Ferdiyetçidirler. Fabrikalarını hiçbir tecrübeye dayanmadan yönetiyorlar.

İşçi hakları açısından ise şunları söylüyor: Avrupa’nın sanayileşme devrinde görülen ve Marx’ın şiddetle karşı çıktığı zulüm Müslüman Doğu’nun sanayileşme devrinde de görülür. İşçiyi ölesiye çalıştırmak, insanlığından çıkarmak... İslamiyet Müslüman kapitalistlerin bu zulmüne engel olamamıştır. Çocukların çalıştırılması da aynı.

Ne var ki, tüm bu tespitlerin 1960’larda yapılmış olduğunu, İslam dünyasının, özellikle de Türkiye’nin o günden bu yana epeyce yol aldığını ve burada dile getirilen eleştirilerin bu anlamda geçerli olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. İslam hakkındaki bazı tespitlerini kabul etmemiz de mümkün değil. 

İslamiyet ve kapitalizm ilişkisi üzerinde yoğun bir tartışma var. Son dönemde bu tartışmalarda vurgunun bir parça değişmekte olduğu ve kapitalizme yaklaşımda eskiye oranla giderek daha pozitif bir dilin kullanılmaya başlandığı gözlenmektedir.


Bunda son dönemlerde Müslüman toplumlarda yaşanan refah artışının etkili olduğu muhakkak, ancak ‘servetin sadece zenginler arasında dolaşmasına’ karşı çıkan bir din ile kapitalizm arasında bu kadar kolayca ilişki kurulamayacağı kanaatindeyim. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder