Sayfalar

24 Nisan, 2023

Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev

Etienne de La Boétie, Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev, (Discours sur la Servitude Volontaire) Çeviri ve Yorum, Prof. Dr. Mehmet Ali Ağaoğulları, İmge Kitabevi, İstanbul, 1987 ve 1995.

Etienne de La Boétie, 1530 yılında Fransa’da doğmuş, Orléans Ünivesitesi’nde hukuk öğrenimi görmüş, 1554’te Bordeaux Parlamentosu’nda danışmanlık görevine kabul edilmiş, 1563 yılında 33 yaşına basmadan ölmüş.

Son yıllarda Fransa’da yeniden keşfedilmeye başlanan bir XVI. yüzyıl düşünürü Etinne de La Boétie.

Fransız Calvincileri olan Huguenot’lardan cumhuriyet yandaşlarına, 1789 devrimcilerinden XIX. yüzyılın “yükselen” proletaryasına kadar çeşitli güçler, Söylev’i kurulu düzene, siyasal iktidara karşı çıkış duygularını dile getirip pekiştiren bir yapıt olarak algılamışlar ve onu bu şekilde okumuşlardır.

Oysa La Boétie militan bir tutum takınmamıştır. Söylev’i siyasal arenada çarpışan taraflardan birini desteklemek amacıyla kaleme almamıştır. Eseri ne tiranlığın ya da monarşinin yergisi, ne de cumhuriyetin ya da demokrasinin övgüsüdür.

La Boétie “insanların nasıl olup da itaat ettikleri, üstelik itaat etmekle kalmayıp boyun eğmeyi, hatta kulluk etmeyi arzuladıkları” sorununu eserinin odak noktasına yerleştirmiştir.

Boétie, tüm siyasal rejimlerin ya da tüm siyasal iktidar biçimlerinin aynı kapıya çıktıkları, yani hepsinin kötü oldukları inancını taşımaktadır. Fakat böylesine olumsuz bir görüşü benimseyen yazarın “radikal bir anarşist” tutumu takınarak her türlü otoriteyi inkar ettiği sanılmasın. Örneğin, aile içinde oluşan iktidar ilişkilerine karşı değildir; dahası, aile büyüklerine itaat etmenin insanın doğal yapısından kaynaklandığını ve aklın buyruğuna uygun düştüğünü açıkça belirtmektedir.

Machiavelli için siyasal iktidar ya vardır ya da yoktur; var olduğu anda ise meşrudur. Bu açıdan iyi veya kötü şeklinde ahlaki bir sınıflandırma yapmak gereksizdir. La Boétie’ye göre ise haklı gösterilebilecek hiçbir siyasal rejim yoktur, hepsi kötüdür. Hükmetme yetkisinin bir tek kişinin ya da bir çoğunluğun elinde olmasının, iktidar sahiplerinin bu konumlarını ister fetih ya da kalıtım yoluyla, ister halkın seçimi sayesinde elde etmiş olmalarının en ufak bir önemi yoktur. Çünkü siyasal iktidarın özü hiçbir zaman değişmez; biçimi ne olursa olsun, özü tiranlıktır hep.

Ona göre siyasette ahlaki olan ya da olabilecek hiçbir şey yoktur. Bu nedenle siyasal alana ahlaki kuralların uygulanması hiçbir sonuç getirmez.

Bir Rönesans hümanisti olan La Boétie’ye göre, insanın ne olduğu ne gibi bir doğaya sahip bulunduğu sorunu yanıtlanmadan, siyasal iktidarı ve bunun kurumsallaşmış şekli olan devlet mekanizmasının işleyişini anlamak mümkün değildir. Bu bağlamda La Boétie, devleti doğal bir gerçek olarak kabul eden düşünceden bütünüyle ayrılmaktadır. Devletin bireylerden bağımsız bir varlığı olmadığından başka, insan da Aristoteles’in zoon politikon (siyasal hayvan) yakıştırmasına hiç uymaz. İnsan doğasında siyasallığa ilişkin hiçbir şey yoktur, yani siyasetin özünü oluşturan hükmetmeye ve özellikle boyun eğip kul olmaya doğru bir eğilim bulunmaz.

La Boéti’ye göre insanın doğası özgürlüktür. İnsan dünyaya özgür olarak gelmiştir, ama Rousseau’nun “insan özgür doğar, oysa her yerde zincire vurulmuştur” deyişini andırırcasına, La Boétie için de bu ilk özgün özgürlük yitirilmiş, insan yozlaşmıştır. Bu yozlaşma öylesine büyük boyutlardadır ki, insan, değil özgürlüğünü korumak, onu hatırlamamaktadır bile. Üstelik boyun eğmeye rıza göstermekle kalmayıp, kulluğu sevip ona gönülden bağlanır. Özgürlüğünü yitiren bu insan, aynı zamanda insanlığını da yitirir, kendi benliğini inkar etmeye kadar gider, doğasının değişmesi sonucu bir hayvan bile değildir artık. Çünkü hayvanlar, insanlardan farklı olarak, özgürlüklerini hiçbir şeye değişmezler, zorlamayla özgürlüklerini yitirseler bile kul-köle olma durumunu asla benimsemezler ve gönülsüzce hizmet ederler. Oysa insanlar kulluğu gönüllü olarak benimserler.

İnsanların yönetenler ve yönetilenler şeklinde ikiye ayrıldığı her toplum bir kulluk toplumudur. Ona göre iyi toplum, doğaya, akla uygun olarak, yönetenler, yönetilenler ayırımının oluşmadığı ve insanların siyasal iktidarca bir koyun sürüsü konumuna indirgenmediği bir toplumdur.

La Boétie, halktan umudunu kesmiştir, çünkü siyasal iktidarla birlikte insanın yozlaşması öylesine büyük boyutlara ulaşır ki, halktan bir karşıt eylem beklemek bile boşunadır artık. Ona göre halkın içine düştüğü hastalık, yani bu gönüllü kulluk durumu, öldürücüdür, iyileşme umudu hiç yoktur. Bu bağlamda La Boétie’nin kötümser bir düşünür olduğu ileri sürülebilir.

İktidarın en bariz vasfı baskıdır, şiddettir, ama hiçbir siyasal iktidar sadece baskı ve şiddetle varlığını sürdüremez. Yönetilenlerin iktidarı meşru olarak görmeleri de gerekir. Siyasal iktidar varsa, insanlar onu isteyip onadığı için vardır. Bundan dolayı siyasal iktidarın varlığı, prensin, yönetenin değil, halkın istencine bağlıdır.

İnsanların içinde bulundukları durumu doğal karşılayıp benimsemeleri için onlara belli bir dünya görüşü aşılamak gerekir. Bu ideolojik işlevi yerine getiren de siyasal iktidardır. La Boétie, tıpkı Platon gibi, ideolojik koşullandırmanın ancak istenilen kalıba sokulabilecek ikinci kuşak üzerinde etkili olabileceğini de ekler: “... Bundan sonra gelen kuşak, özgürlüğü hiç görmeyip tanımadığından dolayı, pişmanlık duymadan hizmet eder ve ondan öncekilerin zorla yaptıklarını seve seve yerine getirir.” Dolayısıyla bu insanlar, siyasal iktidarı yıkmaya yönelik herhangi bir eyleme kalkışamazlar. Böyle bir eylemin gerektirdiği özgür düşünceden, özgür iradeden yoksundurlar; kurulu düzeni sevip benimsemekte ve sürdürdükleri yaşamın dışında başka yaşam biçimleri olduğunu ya da olabileceğinin bile farkına varamamaktadırlar. Bu sonucu yaratan şey ise ideolojik söylemdir.

İşte bundan dolayıdır ki, siyasal iktidar özgürlüğü ortadan kaldırmakla yetinemez; gerçeği çarpıtarak bağımlılığın özgürlük şeklinde algılanmasına çalışmak ve bunu gerçekleştirmek zorundadır. Bunu gerçekleştirebildiği için de vardır.

Yöneten sınıf çeşitli aygıtlar aracılığıyla toplumun kültürel yönetimini elinde tutarak hegemonyasını gerçekleştirir. Halk kitleleri üzerinde entelektüel bir denetim kurulur. İdeolojik yönlendirme-güdümleme yoluyla onlara yeni değerler, yeni bir “dünya görüşü” (Weltanschauung) benimsetilir. Böylece kitlelerin, toplumun (yönetenler-yönetilenler biçimindeki) bölünmüşlüğünü haklı görmeleri ve kurulu düzeni onaylamaları sağlanmış olur.

Eğitim ve ideoloji sayesinde özgürlüğü unutan ve kul-köleliği benimseyen insanlar, “ağızlarına çalınan iki parmak bal ile” içinde bulundukları duruma gönülden bağlanıp onu kendi arzularıyla sürdürürler. İktidarın başvurduğu yöntemlerden ilki, halkın zevk ve eğlenceye düşürülmesi, boş şeylerle oyalanmaya yönlendirilmesidir.

İktidar, halk için yeni bir yaşam biçimi ve buna uygun bir ideolojik kültürel yapı oluştururken, bu amacın gerçekleştirilmesinde ise kendisine bağlı aydınlardan yararlanır.

İdeolojik söylemler, pratikler ve çeşitli yöntemler (örneğin iktidar sahiplerinin Asur kralları ya da Orwell’in big brother’ı (büyük biraderi) gibi kendilerini halka hiç göstermemeleri ya da günümüz devlet adamlarının gelişmiş kitle iletişim araçları yoluyla sürekli kendilerini gösterip kişilere doğrudan doğruya hitap etmeleri gibi farklı, hatta karşıt yöntemler), iktidar üzerinde olumlu bir inancı ya da daha doğrusu salt bir biçimde iktidar inancını yaratır, besler ve yeniden üretir. Demek ki iktidarın hegemonik olmasıyla birlikte insanlar iktidara yalnızca fiziksel olarak değil, duygusal olarak da bağlanırlar ve bunun sonucunda iktidar olgusunun içerdiği kulluk-kölelik ağının içine kendi istekleriyle saplanıp kalırlar. Ancak buraya kadar anlattıklarımız gönüllü kulluğu açıklamada yeterli değildir. Bunun gerçekleşmesi için gereken zorunlu bir koşul daha vardır: Siyasal iktidarın kurumsallaşarak merkezileşmesi ve egemen devlet olarak belirmesidir.

Bodin, Hobbes gibi modern siyasal düşün adamları, devlet gücü kuramını tiranlığa karşı kurarlarken, La Boétie onlardan farklı olarak bu gücün doğası gereği ister istemez tiranlığı içerdiğini ileri sürer. İktidarın babadan oğula geçmesi ya da halkın seçimiyle belirlenmesi hiçbir şeyi değiştirmez; yönetim biçimi ne olursa olsun, iktidarın özü tiranlıktır ve tiranlık olarak kalır.

La Boétie’ye göre gerçek anlamda meşruiyet, kişiler üzerine değil, yapılar ve bu yapılardan kaynaklanan ilkeler üzerine kurulabilir. Bu bakımdan, iktidar, kişilerden bağımsız kılındığı an soyut bir temele gereksinim duyan soyut bir birim durumuna dönüşür. Bu temel devlettir. La Boétie’nin kullandığı bir benzetmeden hareketle, Colosse’un (büyük Apollon heykelinin) tiranı (yani, iktidarı kullanan kişiyi), onun altındaki kaidenin ise devleti simgelediğini söyleyebiliriz. Bu kişi ile kurum arasındaki ilişkide ağırlık devlete verilmiştir. Çünkü Colosse’u ayakta tutan bu kaidedir ve ancak bu kaidenin “desteği” çekildiği zaman Colosse düşüp parçalanır. Bu gerçeğin bilincinde olan Machiavelli, egemenin egemen olabilmesi için bir devlete dayanması gerektiğini vurgulamıştı.

Egemenliği tehdit eden kurumların, yapıların, yerel grupların özerkliği, tıpkı insanlarda olduğu gibi, yok edilmelidir. Bunun dışında devlet tavandan tabana doğru genişleyen hiyerarşik bir örgütlenmeyle merkezileşmeli ve kendine özgü bir yönetici kadroyu, yani bürokrasiyi oluşturmalıdır.

Tiranın hükmetme gücü, onun kişisel yeteneğinden ya da topluma saldığı korkudan değil, fakat ardındaki devlet aygıtından kaynaklanmaktadır. Devlet erki, hükmetme-boyun eğme ilişkilerini piramit biçiminde bir ağ gibi örerek bütün toplumu sarar. Bu piramidal hiyerarşinin en tepesindeki kişi, yani tiran, bu ağın yardımıyla sadece altı bin kişiyi değil, yüz binleri, milyonları kendine bağlar. La Boétie, gönüllü kulluğun sırrının burada yattığını açıklar: Devletin oluşturduğu bu mekanizmadan dolayı her insan, içinde bulunduğu hiyerarşik düzey ne olursa olsun, kendini, tiranla özdeşleştirerek, bir başkasının efendisi olmayı arzular. Böylece insanlar “büyük tiranın altında kendilerini küçük tiranlar yapabilmek için onu desteklemeye başlarlar.”

Uyrukların büyülenmişçesine tirana-egemene sevgi duymaları, insan doğasının yozlaşmasının en bariz belirtisidir.

İnsanlar her ne kadar kulluğu benimseyerek tirana canla başla hizmet ediyorlarsa da, La Boétie’ye göre tiranın “yardakçıları” (bürokratlar) ile halk arasında kölelik derecesi açısından bir fark vardır. Halk “yardakçılara” göre “biraz daha özgürdür.” Daha doğrusu biraz daha az köledir. Halk da katlandığı acılardan dolayı tiranı değil, kendini yönetenleri suçlar.

Ona göre özgürlük gönüllü kulluk olgusunun zihinlerden atılmasıyla mümkün olabilir. Bir başka deyişle özgür olmak için hakim ideolojinin dışına çıkmak gerekir.

 

 

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder